çubuk

aynanın önündeki pamuklu çubuk kutusuna bakıyorum, kendimi nabayım. hepsi nizami. iki yüz adet. elim hızlı çalışıyor ama artık asılmayı unutuyorum. dişlerim fırçalanıyor bıyıklarım tarafından. bıyıklar nizami değil. dışa, aşağı, yukarı, dışaşağı saçılmışlar sarı. sigaradan değil canım. karım olunca böyle oluyor. babamın da böyleydi. onun da fotoğrafı pek yoktu. çoban dedemin adını zor bulduk.

banyo tuvalet bir. tuvalete kendimi kitler, bir sigar’ yakar, normal neşriyatı yasaklıymışcası okur, her yemekten sonra saniyesinde sıçardım. engel olamıyorum böyle güzel şeylere nabacan.

tembel gözüm de kançanağı gene. hayır akşamdan kalsam neyse. sonsuza kadar kalık, beni ara. göz damlalarım da yok artık. yarın işe gitmiyorum. belki evde sıkılır da doktora giderim. o da sinir eder beni, bu seninle mezara gidecek diyerek. ulan gömülmeycem ben, icazet aldım.

pamuklu çubuk kutusuna bakıyorum, yavaş. kibrit sönerken ölünmüyor. tek kanal çeken bir evde büyümedim. büyüdüm evlendim doğurdum soyuldum boşandım yalnızladım hastalandım -hocaya gittim, cinlendin deyip duruyordu, ne desin zavallım- yaşlandım. tüm bunların üstüne evden kaçtım. şimdiki evimde, tüplü televizyonda, sikindirik anteninde tek bir kanal çekiyor. samanyolu. başka bir galaksi mimkin değil.

tanımadığım birinin ölüm haberi hayat, tırıs geçiyor. olmadı son bir kez asılır, sonra kendimi asarım. pamuklu çubuklara bakarken, yovvaşça.

lokalli

Kahveden sahile taştılar. Dönüşüm.

Dinsiz ve mezhepsiz olduklarını birbirlerine bile itiraf edemeyen sağır, kör, topal, normal yaşlılar. Gruplaşmalar var. –petrol ofisi su karıştırıyor, benim salcano iki kere motor değişti-  Çınarın, çamın, söğüdün altındakiler; banka, kahve sandalyelerine, kaldırımlara oturanlar, 15-16 yaşlarında ekmek parası çaycı çocuk,  çimlerde  yatanlar, gazete okuyanlar, polis kuranlar, çaktırmadan bana bakanlar ve benim baktıklarım.

Bizden intikam alsın diye öldürüyoruz meymenetsiz zamanın 12. Çocuğunu. Kan davası. Arap sende para çok, ısmarlasana bize ölüm çayını! Cenazemiz kalabalık olmaz, söz. Hassiktir lan ordan, ben gömemem kimseyi.

Silah sesi duyuldu. Kuşlar dışında kimse kıpırdamadı. Yoluma kuş koymayın, bu onlara çokça şerefsizlik.

tırnak yemenin incelttikleri

yerden kopsun. koşarayak girdi içeri. sıyırdı kocasının askerde giydiği yeşil donunu, iki ışık hızında. aç, kapa. işe işe işe işe, kırmızı yandı dur. kalktı sifon/yer. ayna baktı. kadın aynı ben. aysel. göz, göze geldi. arada burun. diğer göz kaçtı. şaşı. aynı dem, bağırdı aynaya: “diğer gözümü sikeyim!”

konuştu aynayla, engüzelkim tribini yaşamadan.

– ölümden değil de savaştan korkan bir çocuğu yaratmayı sırf devletler de istemez diye isteyemiyorum.

– ne diyorsun manyak! baban uyanacak, mezar-takmaz.

– ölü baba parası bile yenilir. lakin yakana yapışan bir ölü mahsul vardır. silkelendiğin an  ölürsün. adalet, siktiğimini adalet, yanlış numero. romeoyu realistler sevmez. ben de.

zevcem afganistanda amerikan askeriyesi kompela. lojistik; makine ikmal. yeşil donunu görmedim hiç. muhabbet koyunlaştı, ayna ve aysele dönelim.

– x, gerçekliği yakaladığı an, kendiliğinden geçiyor. x, memnuniyetsiz olmalıydı, isyancıl cangıl-ergen olmalıydı. biz yanlış anladık. geçtiğimiz saptal yerleri değerliymiş gibi ayna misali yansıtarak. lütfen inanın, i am the march madness, bizatihi. fotoğraf çektik ki bu x değil. benim photographer annem var zaten. okuma yazma bilme. zed.

– “be at kendini denize!” yılan balığı mı neyin varmış, saldırma sakın! sarıl, sinsi, sakin.

– deniz de karanın üstünde. kara çingenenin lanet büyülü naylon gözlerine bakma beyaz dağlı ayna.

hiç birimiz bakmadık. ne zevcem, ne ben, ne aysel, ne ayna.

ameno billahi.

parçakül

yaşlılık mı unutkanlık mı utangaçlık mı bilmem; kıçındaki kıllar, bedendeki sabit konumlarından vazgeçip pıt pıt klozetin, çamurun içine dökülüyordu.

sikiştiği yataklar eskidi, atıldı. çadırlar yırtıldı. inşaatlar yalandan lüks dairelere dönüştü. bodrum altlarını bin kere su bastı; bit, pire, encek sardı. demek istediğim böyle olmuş olmalı.

sifonu bozuk, suları kesik evinde küçük, tek sıçımlık bir boktum. biraz ekmek, biraz baharat, biraz makarnayla yoğrulmuştum. şarap soslu.

sular geldi. peynir tenekesine doldurduğu suyu üzerime döktü. bum!

o tanrı, ben kuldum.

“pelaspare-i rindi beduş, kase-bekef
zekat-ı mey verilir, bir diyara dek gideriz.”

Hezeyan

Hapları arı sanıyor. İktidar ve diğer tüm amatör partiler başta olmak üzere herkes onun kötülüğü için çalışıyor. Kızlık arkadaşları onu arayıp sormuyor. Yaratıcısının ona kaldıramayacağı yükleri verdiğini düşünüyor. Bir poşetçik serum verip gerisin geri gönderiyor hastane. Umreye gidemediği için ağlıyor. Abdest alıyor, namaz kılmadan bozulunca ağlıyor. Yemek de yiyemiyor artık.

Eskimiş, otuz yıllık vitrinin alt dolabından yumak dolu poşeti çıkardı. Metresi yirmi lira olan altın renkli, çiçek desenli örtü serili masaya bıraktı. Evin içinde iki tur atıp geri döndü. Yumak poşetinden bir tanesini seçti, hızlıca çözdü. İçinden dört tane burma bilezik çıktı. Bak bunlar burada, dedi. Haberin olsun.  Halının üzerine yattı. Kıvrandı, sızladı, ağladı, durdu. Halının üzerine ölmeye yattı. Bekledi, bekledi, bekledi. Kalktı ve çamaşırları astı, büyük bir kısmını pimapenle kapatıp küçük odayla birleştirdiklerinde az kalmış balkona.

bu gece nasıl geçecek? beynimi değiştirmediler binim, kafamı. yatağımda ölmem ben. göğüslerim de sancıyo. bana yaptılar yapacaklarını. te bu üst kattan yaptılar, ne yaptılarsa! partilere sokmuşlar beni. ne yapacam bilmiyorum. reylere ne kadar var? o zamana kadar çekecem. sihirli büyü yapmışlar bana. çabucak ayrıldık. çocuk çocuk dedim, al şimdi. ölmüycem ben, ben böyle sürüncem. insanlar benden hep soğumuş. hor bakıyorlar gibi geliyor. sesler verdiler kulaklarıma. bağırdım, çıkarın beni diye duymadılar. soktular kafamı bişeyin içine. kaçamadım. karı mıdır adam mıdır, beş altı kişi başımda. gitmem kari. rahatsızım. dağıtma şu telefonu her yere, ölemiyorum. allahtan başka kimsem yok, o da canımı almıyor. ah kafam. rahatsızım ben, rahatsızım. dağlara bırakın beni, ben istemiyorum bişeycik. baston al bana, dışarda gezecem te onla. kafam on tene kafa oldu. kapa onu, kapa onu. yaşlandım gidecem ben. ben bu evden çıkıp gidecem. gidecem. çekilecek dava mı bu? ölmek istiyom, ölmek istiyom, ölmek istiyom. teslim edin beni, karakola teslim edin. sen de mafoldun! mafol sen de pis! ne oldu bize böyle allahım? dayanamıyom artık. kafam dolanıyo, kafam tutmuyo, kumaranelere verdiler kafamı. koca gece oyun oynuyor. okudun mafettin beni. mafoldum allahım, kaç senedir bunu ben çekiyom. sanki ordan ori, beni ordan ori, beni hep öldürdüler e beni. oyun oynuyo, sankiceme gözleri görüyo da oyun oynuyo. dışarı gidecem gene. güvercin cin cin, işte o parti iyi değil. kafama cinler kurmuşlar. kafam bişey almıyo. bu dünyamı nası kurtarayım ben, bişeyden anlamıyom ki. öğrenicem, sana hepsini öğreticem. en azından deniycem. beni burada rahat bırak! cehennem dediğin o bokta yakacaksan yak mendebur. varsan siktir git. senden değiliz, burada rahat bırak. yoksun. yok! ben uydurdum. ben konuştum, saldım onu. artık yok, öldü gavur. tanrı gavurdur.

Uyudular. Hep uyurlar.

Sayın meslektaşım. Psikotik belirtili ağır depsresyon tanısı ile takip edilen hastaya, Paxera 40mg. ve Seroquel XR 400mg. tedavisi başlandı. Hastanın ilaç uyumu yok. Koraziv madde içerek suisid girişimi olan hastanın duygu durumu ile uyumlu nihilistik perseküsyon ve referans hezeyanları mevcut. Hastanın tarafınızdan değerlendirilmesi rica olunur. Saygılarımla.

bir film izledim

Bir film izledim ve hayatım değişmedi.

Ben dişlerimle ritim tutup eğlenebilirken sizler lazım gelemezdiniz ki. Dişlerim dökülür yaşlılıkta. Küçük bir adam tutarım benim adıma yemesi için bu boklu lezzetleri. Sizlerle olmak çekmiyor aklımı kızcağızım. Alışkanlık edindiği şehvetli maceraları dilleyen insanlardan hissediyorum elbet bu dili. Hep anlatıyorlar. Hep iştahlılar. Dinliyorum ve yetiyor. Eskiden ben de anlatırdım. Şimdi terasta boğaza karşı düzüşmek, yönetici olmak, haklı görülmek, cülyen kesilmiş tavuk ızgara kırpıntılı salad yemek,   lazım gelmiyor. Sadece dilin amına koyuyor zannetmek, kabalaşmak, sakinleşmek, şiirk koşmak ve ceset saklamak huzur veriyor.

Şimdi sana not bıraksam okuyamazsın. Elli yaşından sonra bu işler zor tabi. Öğrenemeyeceğim her yenilik için bu taktiği kullanacağım. Bana kısaca yüzyimbeş de.

Başarısız sürdüğüm ve sonlandıracağım bu oyunda devam etmem lazım gelmiyordu. Yemek vermeyin artık.

Medet Delig

Sabah 06.00’da her taraf sis içindeyken, odasında sigara dumanı kalıntıları duruyorken uyandı, soyundu, yıkandı. Yedi, içti, giyindi. Hapını yuttu, copunu taktı ve hastane koridorlarındaki rutin yürüyüşüne başladı. Her zamanki gibi polikliniklere inip numaratörlere saldırdı. Üçer beşer ürolojiden, dâhiliyeden, kbb’dan, göz hastalıklarından numaralar alarak seyrine devam etti. İnternet ya da telefon üzerinden randevu alamayan hastalara bu numaraları satıp asgari ücret üzerinden ödenen maaşına katkı sağlıyor ve yolunu buluyordu. Beğendiği insanlara –genelde sevimsiz yaşlılar- bedavaya veriyor, diğerlerine beş lira, on lira fiyat çekiyordu. Eskiden de maç öncelerinde kara borsacılık yapardı. Medet Delig insan olduğuna inanıyordu. Onun için yalnızca yemekler ve şaraplar iyi ya da kötü olabilirdi. Hastaneler, yataklar, sevişmeler hatta dünya bile değil.

Üçüncü kattan, beşe çıkacak, bölüm sekreterine geceyi arşivde geçirmeyi teklif edecekti. “Bugün bizde düğün var, sana da davetim var.” Asansörün zemin kata indiğini fark edememiş bekliyordu. Kapı açıldı. Morga bir mevta daha gidiyordu. Olsun, gezmiş olurum dedi.

Geçmiş olsun.

Sağ olun, size de.

Sen nasıl öldün?

Ne bilem ben be!

Aşağıda; damadının kredi borçları yüzünden batanlar, fabrikada babası yananlar, sanayide tanker kaynaklarken kamyonun altında kalanlar, cuma namazına diye çıkıp sahilde sigara içen hayırsız evlatlar, hem teyzesinin hem de amcasının kızı olanı kendisine eş seçenler, iki üniversite bitirdiği için kimliği sinsi sinsi patlayanlar, ameliyat sırasında masada kalanlar, ameliyat sırasında masaya kendi doğum tarihinde üretilmiş şarap açanlar(sınırlı uyuşturma ayıkları), ateist olmaya çekinen morg görevlileri, dokuz kadının yediğini yiyip bir kadının çıkardığını çıkaramayan şeker hastası şişko adamlar, tek tatil günlerini hasta ve mevta ziyaretlerinde harcayan gariban işçiler, üzgün görünen suratlarının üzerindeki oynak gözlerle kız kesen erkekler, internet sayesinde koca aldatan orta yaşlı bakımlılar ve daha bir sürü normal insan -kimi ölü kimi diri- bir ölünün daha aralarına katılmasını bekliyordu. Zaman, hayvan yağı gibi sobanın üstündeki metal tabakların içinde eriyor, morgun soğuk dolaplarında donuyordu. Mevtanın ölümüne üzülecek kadar kimse yaşamıyordu. Bir çukura tepmek için ölü arıyorlardı sadece. Mesai bitince de hepsi kafeslerine çekiliyordu.

Medet yerine kolay kolay çekilmezdi. Güçten düşen orta yaşlı hemşireleri ortadan kaldırma ve yakını müteveffa olan işveli ahçikleri teskin etme görevlerini de üstlenmişti. Kiminin gönlünü çalıp vuruyor, kimini hastanenin arkasındaki hatıra ormanına götürüp salıveriyordu. Sabahları hastane kapısında vahşi ve kana susamış hemşireler tarafından ısırıldığı da oluyordu.

Anonsu duydu. Pembe alarm! Pembe alarm! Kapıları tutun! Ölüler kaçıyor. Ölüler kaçıyor, çocuk ölüler kaçıyor. Pembe alarm! Kimsenin üzülmesini beklemeden, arşivden dosyalarını alıp sislerin içine, ormanın içine koşuyorlar. Yaşayamadan ölüyorlar. Yaşayamadan ölüyorlar. Medet medet medet! Uzadı, yok.

Medet arşivde sekreteri bekliyordu. Henüz davet etmediğini hatırladı. Kaçan ölüler için bir ayet mırıldandı: “Yeryüzünü canlılar için o hazırladı.” Yaşasın arşivlerin ve morgların kardeşliği.

Medet yeryüzüne çıktı. Yeni bir şey yok. “Çıkarın beni burdan!”

Medet Delig ve Başarısızlıklar-1

Medet Delig, binlerce insan gibi eski amatör futbolcudur. Fakat sakatlandığı için ya da torpilli çocuklar yüzünden değildir eskiliği. Toprak sahada üstü pislendiğinden, ayak içi pasları zeminin a orospu azizliğinden dolayı adrese teslim gitmediğinden ve netice almak isteyen hocaları hırslarından dolayı topu şişirmelerini emrettiği için bırakmıştır futbolu. Ve daha karizmatik görünen basketbol salonlarına transfer olmuştur, 1.70 boyuyla, şutör olma sevdasıyla. Bir süre oynar. Boyu uzamaz pek, sol eli de gelişmez hiç. Onu da bırakır. Tahsilli ve akıllı biri olmaya karar verir. Üniversite bile kazanır büyük şehirde. Lakin gençliğinde bu suni çim sahalar çıkmadı diye lanet etmektedir hala. Halısahaya para vermeye de pek yanaşmaz.

Üniversitenin ilk yıllarında fazlaca eğlenir, azca öğrenir. Akıllı olmayı sevmemeye başlar, zaten okul, aklı pek teşvik etmemektedir. Terk. Tertip. Teskere. Askerlik anılarını anlatmaz pek. Ne olduysa artık!

Yer kiralar belediyeden. Pazarda Adibas’lar, Mike’ler, Zuma’lar satar. Para verir durur, pazarcılar odasına, vergi dairesine. Muhasebesini kendi tutar. Anlar az çok. Kaçırmaz asla devletten. Besler. Devlet onun için vardır. Güvendedir.

Güvende olduğu için evlenir. E yaş artık 30’a gelmiştir. Köyden lise mezunu bir kız alınır. Bir kızı olur. Çocuğu olmaz. Kızı, çocuğu olmuyor diye evden kaçar. Çünkü ev kiradır. Ev karadır.

Yaş 30’u geçmiştir. Köydeki tarlalardan pay kalır. Geceleri rakıya dadanır, gündüzleri namazdadır. Yancı bulur, kendini övdürür durur bir dubleye. Camide dedeleri dinler, feyz alınır. Feyz, alındığı yere bırakılır. Maç izleyip küfreder, hem kendi hem de oynayanların geçmişine. Neyse ki ülkesinin geçmişine duyduğu hayranlık onu yatıştırır. Bayramlarda topladığı bira paraları gelir aklına, iç çeker. İçer. Milli marşa tapar yıllardır. 41 Dize 41 Yorum’u yalamıştır meze diye.

Maç başlayacak, meyhanede oturuyoruz. Dünya kupası elemeleri. Kafası olmuş madalya. Bıraksalar meyhane duvarına asılacak, üç beş güreşçi, yağlı adam fotoğrafının ortasına. Milli marş okunacak diye ayağa kalktı. “Şu hayatta herhangi bir şeyi seven ayağa kalksın ulan! Kalkmayanın siki kopsun!” Gol olursa zıplamayan da “ibinelar” olacaktır zaten. Bizi de kaldırdı zorla. Hazır ola geçti, gözlerini kıstı, başını kaldırdı. Bismillah çekti.

Portekiz milli marşı çalmaya başladı. “Oturun bu değilmiş moruk!”

REKLAMLAR.

2 KUTU GERGEDAN + GECİKTİRİ SPREY

59 ₺ KARGO + K.D.V. DAHİL

terzibayırı

tel şarja

inime ben

titredi zar zur

sen zannı

silkeledim zar zor

“doldu”

dolmuş diyor.

bunun için mi çıktım, kodumun ininden?

terzibayırı

bunun için mi, kodumun inine?

dek lan schrödinger!

bunun için kodumun ininde

babam olarak doğdum

aranıyor

… .. .. …. ölü ya da diri

elli bir, kırk dokuz.

elli yedi, iki bin yedi.

cenazever

cenaze haberini alır almaz mustabeyin evine doğru yola çıktık. son zamanlardaki en sevdiğim alışkanlığımdı bu. hem bilmemne köyü yardımlaşma ve dayanışma dernekleri cenaze sonrası tavuklu pilav ve ayran dağıtıyorlardı.

mustabeyin ölümünden dokuz yıl sonra eşi de yoğunbakımda sinyali kesmiş. çocuklara, hayvanlara, bitkilere, eşyalara ve hatta yetişkinlere anlayamayacakları şeyleri göstermekten, anlatmaktan büyük haz alıyorum. bir gün ben bunu duymuştum, -kaynağı belirsiz- hissediyorum, -alakasız- anlıyorum diyebilme ihtimalleri, of aman allahım. dörtyaşındaya da ölümü anlattım. çocuğum cenaze var, sen de gelmek ister misin? cenaze ne demek? ölü. dedenin olduğu mezarlık var ya hani, onun gibi bir mezarlığa koyarız ölüleri. gelirim.

evin önüne geldik. kalabalık oluşturuldu. cenaze getirildi. iki demir sandalye üstüne tabut kondu. başımız sağ olsun, dostlarınız sağ olsun. yarış yapalım mı? şimdi olmaz sessizce beklemeliyiz. ama durunca çok canım sıkılıyo. sen de haklısın. gel biraz ileride koşalım ama bağırmak, kahkaha atmak yok. tamam. istediğini verirseniz kuralları sorgulamıyor. sen kazandın, aferin benim oğluma. yeter yoruldum, gel kucağıma duralım azıcık. dua dua dua, iyi biliriz. dua dua dua, helal olsun. cami yakın. tabutu kaldırın. tobut ne? yeşil örtülü tahta.  cami avlusunun dışında beyaz parke taşlarına tek ayak üstünde basarak yarıştık. yine sen kazandın oğlum. orada da iyi biliriz. helal olsun. ölü severlere sınırsız konfor. mezarlık da yakın. tobutu kaldırın.

dikkatini çekti. kim var onun içinde? rahim kanseri olan sibel ablanın annesi. rayim ne? kanser ne? rahimden bebek çıkar. kanserse çıkamaz. hem konumuz o değil, tabut ve içindeki. nereye götürüyolar onu? mezarlığa dedim ya! ben dedemi çok özledim. e hiç görmedin ki onu çocuğum, sen doğduğunda o çoktan ölmüştü. olsun. peki. özlediysen gideriz mezarına, kuşlar için kaplara su koyar, topraktaki taşları ayıklarız. bu tobutu da toprağın altına mı koyacaklar? evet. yalnız mı kalacak artık?

karnın acıkmıştır, gel hadi tovuklu pilav kuyruğuna girelim. yarış!

 

lacivert öykü ve şiir dergisinin 49. sayısında yayımlanmıştır.