Ozan’ın Kaşıntısı

Üçüncü sınıftaydım. Neşeli, kırgın, kavgalı gibi şeyler oldu. Yaz tatiline girdik ve anneanneme gittim. Orda gezdim, iş yaptım ve annemle birlikte köye gittik. Keşke gitmeseydim. Köyün kenarında yemek yemeye gittik. Ananemler beni uyandırdıktan sonra arabadan çıkmamıştım. Bizim araca çarpıp durdular.

Dördüncü sınıfta, ikinci dönemde iyileştim ve yürümeye başladım. Anneme ve babama dedim ki beni okula gönderin. Annem dedi ki, daha yeni iyileşmeye başladın ya! Odama geçtim ve üzüldüm ki dayım geldi içeri…

Beşinci sınıfta arkadaşım dedi ki, gel, dedi. Seni gezdireyim, dedi. Ben de o kızı buldum. Tam benim tipim, dedim kendi kendime. Eve gittiğimde anneme dedim ki; anne, benim sevgilim var. Annem de güldü. “Anne niye gülüyorsun?” dedim.

Altıncı, yedinci, sekizinci sınıfa kadar o kızla okulda olduk. Arkadaş gibiydik sanki. Ben de kızı çağırdım. “Bir gelir misin?” dedim. Kız da geldi ve konuştuk. O zamandan bu zamana birlikteyiz.

Kimseyi de öldürmedim.

Sürgün yahut Sünger feat İngeborg Bachmann

 

bir ölüyüm ben

kenardan geçip kenardan giden

hiçbir yere bağlı değilim

kenara bile

lüzumsuzum betonarmelerde

ve dandik ülkelerde

çok oldu kovulalı, gitmedim

ve hiç süslenmedim

rüzgar, zaman ve sesten başka bir şey giymedim

ben ki yaşayamazdım aranızda

ben, Türkçe konuşarak, evim sandığım

naylon bu bulutta

tüm dillerle sürükleniyorum

tüm dinlerde ölmeliyim

yep, nasıl da kararıyor

şu petrol poşetler, şu yağmur sesleri

düşen sadece birkaç damla

onlar taşıyor ölü ölmelileri

daha karanlık yerlere

silikon

“lütfen çocuk yapmayın.

başına bir sürü felaket gelecek.

eğitim, çevre ya da bizzat sizin yüzünüzden uzun bir müddet, belki de ölene dek aptal ya da kötü biri olarak kalacaklar.

dünyaya başka bir şeyler de bırakabilirsiniz. misal temiz çamaşır ve silikon. “

batak

bisiklet, yol kenarındaki bankette bir bankın arkasına yaslıydı. bankın hemen yanında metal çöp konteynırı, yolda ise park etmiş araçlar yığını vardı. plajı meşhur etti ortadirek piçler.

çocuk, anasının eline kitlediği çöpleri konteynıra atmak için o kalas kapağı kaldırdı göt zoru. hızla devrilen kapak bisikletin ulu boynuzuna çarptı. bisiklet devrilirken park halindeki gri araca dan hali. kabardı kaporta.  araç sahibi dingil, kaportadaki sıkıntıyı ve yerde yatan bisikleti görünce bisikletin arka tekerine cebinden çıkardığı –plaja gidecek diye takoz ayak tırnaklarını kesti- tırnak makasının törpüsünü sapladı. fos!

gün batarken batağa doğru yürüdük bisiklet ve ben.

küçük bir karbonat

küçük bir karbonat. kırk kuruş. nem çeker? kötü kokuyu engeller, bıyıkları beyazlatır.

yaşlı ve sakin bir beyaz, içine köle alır.

aynel yakin, kandıralı tahsin de şahin tepesi’nde kendine böyle bir yer açmıştır. kendin pişir, kendin karbonat. ikinci karısının ailesi bir yanda –kandırdı kızcağzı- sosyalist hezeyan, ağyar, kader jeogenetik, diğergam; peşinde hepsiciği.

şirin kaptan’a kadar kaçtı. sıtma gelirdi, migren tutardı, karbonat içerdi, silah taşırdı. şimdilerde ne sikim yer bilmem.

as it is

denize götümü dönebileceğim bir banka oturdum. her yer ölü ağaç, ölümsüz palmiye. ağaçların arasında ganyan bayii, hayvanat bağçası bile değil. on metre sonrası sis; gülüşen, tüküren, görünmeyen orospu çocukları. gülümseyin ulan, meze oldunuz bana. şekilli parke taşlarındaki yapraklara ve tükrüklerinize banıp mideme indireceğim jöleli kafalarınızı.

kendiyle konuşan ve sürekli bir kolunu idman niyetine indirip kaldıran asker üniformalı adam da yürüyüştedir şimdi, dalga döven sahil banketi üzerinde. görmüyorum, sis var. şartlar eşit. orospu çocuklarının gülüşü geçiyor ki kesin sis var. örtülmüş olsak da ses var. soğuk kulaklarımı kesse de -burnumda bok var- o vakit derisi yüzülmüş hiçbir şeye dokunamaz, utanır, his var. delikli çöp tenekesine girip eve gidiyorum.

şenses dağlılar

hat parası 300 milyar olan minibüse bindi. bakma sen kimsede yoktur o kadar. ya da sinsi piçler bizi yedi hep. bir bacağı diğerinden kısa. kafa kazık. bir gözde cam. kız kardeşinin fermuarlı üst aşortmanı üstünde kısa. bağrı açık, göğüste kıl yok. kış.

artıklar kaçaklar hastalar suçlular
hükümet konağında kavgan
restore artık yıl, kekeme muhtar
uçkur peştamal urgan
çöp çürük fakir bok püsür
saç dökül
kör topal çolak dilsiz sağır
cüceler şişkolar el ele yavaş tempo koşul
bağır bağır bağır
muaf
evden çıkmak günah
yasah
leş kardeş akrabağ
feragat
bağır bağır bağır
güzel sanılan bir cümle ile bitir
dan dan dı dan tan

çubuk

aynanın önündeki pamuklu çubuk kutusuna bakıyorum, kendimi nabayım. hepsi nizami. iki yüz adet. elim hızlı çalışıyor ama artık asılmayı unutuyorum. dişlerim fırçalanıyor bıyıklarım tarafından. bıyıklar nizami değil. dışa, aşağı, yukarı, dışaşağı saçılmışlar sarı. sigaradan değil canım. karım olunca böyle oluyor. babamın da böyleydi. onun da fotoğrafı pek yoktu. çoban dedemin adını zor bulduk.

banyo tuvalet bir. tuvalete kendimi kitler, bir sigar’ yakar, normal neşriyatı yasaklıymışcası okur, her yemekten sonra saniyesinde sıçardım. engel olamıyorum böyle güzel şeylere nabacan.

tembel gözüm de kançanağı gene. hayır akşamdan kalsam neyse. sonsuza kadar kalık, beni ara. göz damlalarım da yok artık. yarın işe gitmiyorum. belki evde sıkılır da doktora giderim. o da sinir eder beni, bu seninle mezara gidecek diyerek. ulan gömülmeycem ben, icazet aldım.

pamuklu çubuk kutusuna bakıyorum, yavaş. kibrit sönerken ölünmüyor. tek kanal çeken bir evde büyümedim. büyüdüm evlendim doğurdum soyuldum boşandım yalnızladım hastalandım -hocaya gittim, cinlendin deyip duruyordu, ne desin zavallım- yaşlandım. tüm bunların üstüne evden kaçtım. şimdiki evimde, tüplü televizyonda, sikindirik anteninde tek bir kanal çekiyor. samanyolu. başka bir galaksi mimkin değil.

tanımadığım birinin ölüm haberi hayat, tırıs geçiyor. olmadı son bir kez asılır, sonra kendimi asarım. pamuklu çubuklara bakarken, yovvaşça.