Biz her işi yaptık. Deprem ustaları diyorlardı bize. Mesleklerarası piçlerdik. Alçı sıvadık, marley döşedik, su tesisatı çektik, mutfak dolabı ölçtük, şambrel yamadık, kurban derisi yüzdük, berber olduk, saç sakal yolduk. Aynı zamanda şair ve kaleciyim. Satiriktim, bir malikanem ve bir yatım yoktu. Berber dükkanım kiralıktı.
Tahtayı koydum. Bir çocuk oturdu tahtaya. Sarı, kuru, sıska. Sekizli yaşlarında, kübik desenli şortlu, delikli penyeli bir cevelan. Aldım makinayı elime. Alabros. Amerikan tıraşı olamadığı için ağlamıyor üstelik. Ah ne iyi sakin, büyünce etraf tarafından hastalıklı olarak algılanacak, ezik çocuklar.
Kan, makinada kan. “Kan yerine çamur.” Kafasını yarmadım. Hayırdır hayır olsun. Metalik kan damlası. Şiir gibi.
Bitleri öldürmüşüm. Bir kısmı havluya, havludan tezgaha, tezgahtan tüm dükkana sıçradı. Havluyu alıp mahalle meyanına çıktım. Yaktım alkolle. Bu çocuğun kafası hiç mi su, hiç mi tarak görmedi be arkadaş! Dükkanı da yakarım ulan!
Babası geldi kahveye. Sen benim çocuğu eşek mi sandın? Peki ben nalbant mıyım? O çocuğun kafası hiç mi su, hiç mi tarak görmedi ulan! Anası altı aydır hastadır. Çok üzüldüm. Sen babası değil misin? Bir çocuğa mı bakamıyorsun? Kafasına su da mı tutamadın?
Babamın adını duyunca kaşınıyorum.